22 Aralık 2015 Salı

yer var mı?



                                          
                                               Bizler mi? 
                               kendi aramızda şöyle konuşuyoruz:

- 27   165  55  
- yr var mı?
- yok
- asl?
- kolej
- ap?
-p
- cd sever misin?
-olabilir?
- bezsiz olmaz?
-tamam çikolatalı mı çilek mi?
-farketmez, kolay yırtılmasın da. 
- no versene
- önce skpe'dan  cam aç,
- tamamdır, rsm var mı?
- skype?
-olur. 

                             Her sevişmek, kendi düzeninin dilini oluşturuyor ve 
                             Dünya özgürce sevişmeye izin vermeyecek kadar yaşlı
                             Dünya ibnelerin gözyaşlarına inanmayınca;    
                             Ursula L.guin'den fırlama bir dille anlaşıyoruz. 
        

18 Aralık 2015 Cuma

koca yaşlı şişko dünya

                                         sanki hiç bitmeyen otobüs durağı gibi kalırdım.



    Küçükken edip cansever çok okurdum. Öyle bildiğimden değil. Yani ablamın kütüphanesinde başka kitap olsaydı, başka şairin yine okurdum. Edip Cansever'i de anlamamıştım zaten. Katıldığım edebiyat atelyesinde, edip cansever'in değerini anladım. Sonra facebookta filan çok paylaşılınca kızdım ona. 
    Bir sosyal hizmet uzmanı var. fotoğraf çekiyor. Tutkusu. Onu sevmiyorum. Ama tutkusu olan her insan bana cazip geliyor. Geçenlerde Eren demişti. bizim bir tutkumuz var mı? Çok düşündüm. Benim vardı. yazmak. Aslında tutku değil, uzun süre kullanıp da birden kesince ruh sağlığını bozan bir antidepresan gibiydi yazmak benim için. Eren'e söylesem gülüp geçerdi. Çünkü insanlara müzik yapmak, fotoğraf çekmek, resim yapmak, jimnastik ya da, tutku gibi geliyor da yazmak bir türlü o kategoride değerlendirilmiyor. Kolay olsa gerek. Yani ulaşmak kolay. Bir kağıt ve kalem. yeterli, öyle karanlık odalara gerek yok. 
Ara ara ben de kayıyorum. Yazmak mı? herkes yazıyor ve bence Auschwitz'den sonra yazmak çılgınlık. Adorno'ya katılıyordum. Graffiti'ye merak salıyorum, resime, fotoğraf için param yok. sonra tekrar dönüyorum yazmaya. 
     Çünkü gerçekten beni başka hiçbir şey rahatlatmıyor. kendimi öldürmemin sebebi bu. önceden öykü yazmak da isterdim. Şimdi sadece yazmak rahatlatıyor beni. Birilerinin okuma düşüncesi, çok güzel. 
      yazınca yapamadığın her şey gözünün önünde beliriyor. Ne bileyim sevişemedğim adamlar, onları abartıyorum bazen. Gizem "algı çarpıklığı" diyor buna. Bense oyun. İçimde herkese karşı bir oyun. değiştirme istenci. 
     küçükken pokemonculuk ya da zeynacılık oynamak gibi. Hep zeyna olmak istedim ama Zeynanın yanındaki gabriel oldum. Pikachu'ya bu kadar anlam yüklenmesi de saçmaydı. Daha iyi pokemonlar vardı. O oyunlar da kendimize dünyalar yaratırdık. Sonu Leyla'yla kavga olsa da. 
       Yazma konusunda da anlamadığım bir şey var. Kimse için yazmama rağmen birilerini okuma düşüncesi, yazılarımdan bahsedilişi ne kadar bu kadar mutlu ediyor, ego tatmini. Bunu istememe rağmen. 
     Orada biri varsa eğer, sadece biri var olup, ona yeni bir şey kazandırıyorsam, ne bileyim simidini daha iyi yiyorsa, ya da birazdan yazacağı evrağı mutlu bir şekilde yazacaksa; bu yeterli. 
     Acı çektiğim zamanlarda çok yazıyorum. Çok. çok da sigara içiyorum. Durup insanlara bakıyorum. Bugün otobüs durağında çok bekledim. Soğuktu. Karşıdaki tesisatçının güleç yüzüne baktım. Arkamdaki oto tamircisi de yeni açıyordu. Hepsini yazmak istiyorum. duruşlarını. Bakışlarını. Oto tamircisi bok baktı bana. Dışarıdan kendilerine benzemeyeni gördükçe,  "bunu siker miyim?" acaba diye düşünmeleri. Hiçbiri Ayhan dışında yatakta iyi değil. cinselliğe bakışları sadece girmek, sokmak, şeklinde. Dokunmayı bilmiyorlar. Hamide bunun beni aşağıladığını düşünüyor. Aslında onlar kendilerini aşağılıyorlar. 
     Kıskandığım insanlar yok mu? keşke şunun gibi yazsaydım dediğim, Hamide var mesela. 
      ben bölünmek istemiyorum
      yerinden yönetim istiyorum
yazmış. enfes. büyük yazarlardan kıskandığım da var. Hasan Ali toptaş mesela. Kıskanıyorum. 
      bugün oto tamircisine oral seks yapmak istedim. 
      ben de böyle yazıyorum.
şenayizneayrıldı onu da kıskanıyorum. 
      dün bankacının masasına çıkıp bacaklarımı açıp, bankacının içime girip canımı acıtmasını istedim. Çok güzel bak. İçimdekini yazarken rahatlıyorum. 
      dün sevişmeden sadece bankacının penisiyle oynamak istedim. 
      şişmanlarla seks çok da duygusal olmaz. 
Koca yaşlı şişko bir dünya burası. 

Belki memursun, fahişesin - ki okumazlar fahişeler - ya da yazarsın, birazdan kendine bitki çayı yapacaksın ya da odana girecek olan çalışanın var, belki kalabalıksın okurken, gizli gizli okuyorsun belki, korkuyorsun. Erotizmden. 
Dernektesin belki, savunduğun insanlar var, sıra bekliyorlar, 
her ne isen beni okusan da okumasan da beni rahatlatan tek şey yazmak. 
Bankacının masasında girmek ve sokmaklı cinsellik yapmak gibi. Sevişmeden. 

Koca yaşlı şişko dünya. 

12 Aralık 2015 Cumartesi

Arabesk ya da Nişanlısı yok ki.

           Aşağılık babamın her ay benden para almasına - üstelik sırf kendi hayali olan sikik bir gecekondu için ve gecekondu da ben hak sahibi olamamak için - kızmadım da, en son "Niye o nişanlı değil ki, her ay o kadar para kazanıyor, göndersin" demesine mi kızdım yoksa her ay yok yere para yatırmaya bahane mi buldum bilmiyorum. Bildiğim sadece babamın ölümümü kendi fermanıyla verdiği. Dayanamıyorum artık. Aile denen kavrama. O aile ki - beni mutfakta ders çalıştırdı, şimdi paralel denen o toplulukta her sabah soğuk suda abdest aldırıp namaz kıldırdı, sikik yurtta erkek penislerinin ne kadar büyük olduğunu kanıtladı, servis paralarını ağzımla ödetti - Bıktım. Çukur. Dip boya. artık. Kokuşmuş. İnanmıyorum. Bazen ölümümden sonra üzülmeyeceğini düşünüyorum onun. Gecekondu için gelecek olan para gidecek ona üzülecek. Zalimsin diyor abim. Babaların öbür dünyada hakkı hukuku işte. Ondan. Bir yerde okudum Sinan Sülün müydü neydi? Bir evin en mükemmel hatalarıdır babalar demişti bir öyküde. Çok acıyor. Kapanmıyor. Kapanması için çaba sarfettim valla. Yattım birçok erkekle. Ki onlarda babamdan farklı çıkmadı. Ya götüm ya paran? sikik. 
          
           Mutluluk ne biliyor musun? Çocuklar. O kampta mutluydum ben. Bunu farkediyorum günden güne. Keşke o tırlarıyla ünlü derneğe çok saldırmasaydım da beni o kampta çocuklarımla barınabilseydim. Oyunlar oynasaydım. Çünkü o çocukların hepsini kaderim olarak görüyordum. Hepsi birer sokak köpeği gibi. Üşüyorduk. 
   
          Belki ilk defa bu kadar içsel ve kişisel yazıyorum. Kafam çok karışık. Yıldız tilbe bile avutmuyor artık. Bir keresinde hastanenin önünde sokak köpeği vardı, severdim. Diren demişti "kendine benzetiyorsun onları değil mi?" gülmüştüm. Ama evet, onlara benziyorum. Babasız ve çok erkekli sokaklarda ürkek o köpeklere. 

      Bir Ouz vardı, babasıyla çok iyi anlaşırdı. Kıskandım hep. Babası ona harçlık verirdi filan. Arabanın anahtarı. Ama evde, hayata bunu hiç yansıtmadım. Sonra hasta dediler bana. Dengesiz, tutarsız. Bir babam olsaydı olur muydum bilmiyorum? bir keresinde yazdı. Ouz'un babasıyla tanıştım. Gittim konuştum. O küçük adamla. Ne söylediğimi hatırlamıyorum şimdi. Sadece adamın küçük gözlerinin üstündeki gözlükleriyle tuhaf bakışını hatırlıyorum. Ouz'un hayatına ait olmak istedim. Çok salakça. Kimsenin hayatına sahip olamadım. 

     Kimse samimi gelmiyor. Valla kız. Münevver bile. Onlar bile en azından bağlı olduğu feodal adetlerinden dolayı sıkı sıkı bağlılar. "Babamı sevmiyorum ki ben yaee" diyenleri kendimle kıyaslamadım hiç. Çünkü biliyorum ki içlerinden babalarına karşı ufak bir duygu vardı. Münevverin bile. Cansunun bile. En azından babaları yüzünden daha küçükken oral seksle tanışmamışlardır. 

   Geçenlerde Miss Violence filmini izledim. Çok ağladım yine. 
   Çabaladım ama. Çok okudum mesela. İzledim. Savaştım. 

Meyve tabağında çürüyen portakal kabuğu gibiyim. 

    Biraz anlasa? sadece biraz diyorum. İnsanlar babalarından bahsedince de bir şey hissetmiyorum. Bir Ouz'un babasını kıskanmıştım. Sonra çıkınca Ouz hayatımdan. Geçti gitti sandım. Geçmemiş. 
Allah belanı versin freud! 

    Çok mu demagoji yaptım, zaten okumuyorsunuz ki. Kendi babalarınızla mutlusunuz. Birinde Yakup'a anlatmıştım babamı. Geceydi. O anlatmadı. Zaten Yakup'la beraber kaybolur sandım babam. Hortlak gibi yine çıkıyor. Kaçamıyorum.

   Hiç sevilmedim ben. Yani gerçek anlamda. Doğan bana "sadece sana sarılmak istiyorum" deyince, korkuyorum, kesin para isteyecek benden. kesin. Babam da öyle yapardı. İçmediği gün. Ertesi günkü katliama hazırlık yapardı. Ablam çok mücadele etti. Sonra alaman bir salağa kaçtı. Öbür ablama salça oldu sonra. O da asla benim bile altına yatmayacağım o faşistten sırf bakan istiyor diye üç çocuk yaptı. Şimdi sıra ben de. Ama benim kaçacak yerim yok. 

     Önceden Ezgi'ye kaçardım. Babası Zeki Amca'ya. Şimdi onlarda yok. Neredesin Ezgi? Bak devrim de gelmedi. Nişanlı değilim ki ben. Kimle nişanlanayım? Doğan evli. 

      Ayhan bir keresinde tam içimdeyken, tam böyle orgazm halindeyken işte, kızı aramıştı. Ayhan hemen üstümden kalktı kızıyla konuşmuştu. Ayhan, o anda adam kessen üstümden kalkmazdı. Adam kızı için kalktı. Üstelik o kız, Ayhan'ın istemediği adamla evlenmişmiş. Sonra konuşmamışlar bir süre filan. O gece kıskandım onları. Kaçtım oradan. Sözde Ayhan'ın bile benden daha değerli bir şeyi varmış: kızı. 

     Ben babam için değerli değilim. Aslında hiçbirimiz değiliz. Kızkardeşlerim orospu olmaması şaşırtıcı. Olsalar. Ben olsam olurdum. Bunun kardeşi var, ondan daha bok. Ayşe kendini kesti. 

     Eren'e de inanmıyorum. Onları da devlet bu hale getirmiş, ha devlet ha baba, ne fark eder, ama eren'e sorsan, "biz hep eziliyoruz beyaaa" 

       Beni çocuklarımın yanına gömün. Arada mama filan bırakın da sokak köpekleri gelsin yanıma. 

        Çokonat atın arada. Severim bilirsiniz. Aman. Bende o göt yok. Öyle beşinci kattan bıraksam kendimi. YOK. 

    Kimsenin beni mutlu etmediği bir yerdeyim ama. Valla. Tatminsizlik. Balonun içindeyim. Böyle bok kokusu.

     Kimseye inanmadığım bir yerden ayrılmak o kadar da zor olmasa gerek. Belki Hamide, belki Gizem - aman o da evlenecek, - Cansu'ya sığınıyordum, yüksek lisans belasında. herkes kendi işinde. 

     Bir çıkış bulsam, bıktım. Abimle konuşmak yetmiyor. Ablamla da. Ailemden kimseyle konuşmak istemiyorum. Diğer insanlarla konuşsam da anlamıyor. 

      İşte Eren inanmıyor. Gizem, Cansu filan. Münevver salağı. Ezgi. 
Çok isim var. Hem inansalar ne değişecek. Beni hasta eden bu adam hem devlet hem erkek işte. O gece yakup inanmıştı. Açtık. Domatesi ekmeğe sarıp yedik. O inanmıştı o da gitti. 

      Yakup inandığı için de konuşmamış olabilirdi benle. Bilemiyorum. 
Bazen sussam hep. Ölümüne. Edip cansever'in böyle bir dizesi vardı sanırım. 
Artık Edip de tatmin etmiyor. 

       Çok konuştum Özür dilerim. 




14 Eylül 2015 Pazartesi

Spor malzemeleri

                                                                        Burcu'ya;





Yeni kampıma geleli iki ay oluyordu. Bu kamp sarı, sarı uzun alan. Kışın su basıyormuş buraları. Öbür kampımda türkmen çocuklarla her şey kolaydı, hem yemek yediğimiz çadıra gelmiyorlardı. buradakiler geliyor " ğımeyaz abe, ğımeyz" deyip ekmeği ağzımıza zor yutturuyorlardı. Yemek yiyemiyordum. Çocuklar yine de iyileştiriciydi. Yoruluyordum. Yorgunluğumda seksi ve yakupu düşünmemek hoşuma gidiyordu. Burada zaman ve tanrı yoktu. Patlayan sesler, savaş naraları, "hain esed" çığlıkları, şişko araplar, kara çarşaflarının altında her biri miss turkey olacak kızlar vardı. Yaşama tutunmak gereksizdi. belirsizlik sinirimizi bozuyor, pastel boyalara boşaltıyorduk sinirlerimizi. 

Ondan, ilk Burcu bahsetmişti. Terapi için yaptığım örgüyü bana öğretirken. "İyi gelir bak, önyargıyla yaklaşma." Uzun büyük örgü şişle kendime boyunluk örmüştüm.

Beceriyordum. Burcu'nun babası yeni ölmüştü. Post-travma geçiriyordu psikoloji kitaplarına göre. Bana göre deliriyordu. Deliriyorduk.Burcu,  Burcu'yu sikmeye çalışan kamp müdüründen bıkmıştı, bense Duygu'dan. Sonra Burcu'yu sikmeye çalışan kamp müdürünün sayesinde kamptaki yerlerimiz değişti. Buna sevindik ikimizde, ama her zamanki gibi her insan gibi Burcu beni kandırmış ve o kötü kampa yollamıştı. Ve ödül olarak örgü öğretiyordu. Güzelce. 
Ondan bahsederken Burcu; burcu ondan bahsedene kadar, burcu ondan bahsettiğinde; ona hiç dikkat etmemiştim. O da kimseye dikkat etmezdi. "Orada bir beden eğitimi öğretmeni var, Samet". Kapkara bir Türk asıllı arap. Nusayri. Arapçayı çok iyi kullanıyor, çocuklarla iletişimi de. Uzun uzun oynuyorlar onlarla. Sadece oynuyor. Kimseyle fazla konuşmuyor. Özellikle biz kızılay elemanlarıyla. Onun işine yarayacak malzemelerimiz olmasına rağmen bir şey istemiyor. O bir topla her şeyi hallediyordu. 

Burcu söyledikten sonra; içimde garip anlamlandıramadığım bir kıskançlık duydum. "Kim oluyordu da bizi küçümsüyordu bu adam?" Vahşi bir rekabete girdim. Basket oynattım çocukları. Kampın ona ait olan alanı da kullandım. En yeni toplarla. En yeni oyunlarla. İki ayda kampın gözdesi oldum. Kamp müdürüne- Burcu'yu sikmek isteyen müdür değil - oral seks yaptım. Hem çocuklar zevk alıyordu benden, hem de kamp müdürü. Burada önümü tıkayan duygu gibi Unicefyaltakçıları yoktu. Kimsenin ablası Unicef'te çalışmıyordu. 
Kampın dragqueeniydim

Burada çocuklarla ölmek istiyordum. Ablamın bir an önce memur olup alkolik babama para yetiştirme hevesini kırıyordum. Emekli bile olabilirdim. 
Çocuklarla basket oynarken bir gün; göz ucuyla, çok göz değil az uçla, Samet'e baktım. Beni izliyordu. Herkesin önünde striptiz yapan bir orospuydum. Samet; yanıma geldi. Krediyle kullandığı kelimeleri fazla sarf etmeyip " hocam, merhaba, görüyorum ki çok başarılısınız, tebrik ederim, çocuklar sizi çok seviyor" dedi. Çocuklara kendileri devam etmesini söyledim. Sırıttım. "Acaba sizden bir şey istesem?" Samet, bir şey istiyordu.? UluKIZILAY'ın gücüne inanmıştı demek? Ya da UNİCEF? we are the champions,,, "tabi ki."
"Spor malzemeleri, bize, çocuklara yani, antreman için spor malzemeleri lazım" dedi. Arkasını dönüp gitti. Çocukları çok seviyorsan, git bul spor malzemelerini demekti bu. 

Mail attım hemen o hafta. Aradım birilerini. Kampı alakasız şekilde ziyaret eden BM üyelerine durumu bildirdim. Unicef'in herkese gönderdiği teşekkür kartpostallarından başka bir cevap gelmedi. Utandım. Samet zaten ondan sonra hiç gelmedi. 
Ben gittim. Hava sarıydı. Kokuyordu etraf. Bok kokuyordu. Çocukların yediği iğrenç "Lokma" kokuyordu. Dünya kokuyordu. 
"Şey ben mail attım ama...". Samet, yüzüme bakıp gülmüştü. Bu adam gülüyormuş demek ki? Sevindim. İçimde flamenko oynadılar. Bir kuş havalandı. "Sorun değil." Çocukların yanına döndü Samet. 

Kızılay eleman arıyordu, bize de referans olacağımız kişiler varsa iletmemizi onları muhtemelen değerlendireceklerini söylediler. Spor malzemeleri yerine kampta çalışan alacaklar. Hiç düşünmeden aklıma Samet geldi . Ertesi gün iletmeliydim. Hem asgari ücretle çalışıyordu. Yazık. 

Hava sarıydı. Kötü bir levent yüksel şarkısı kokuyordu. Ter kokuyordu hava. Diş ağrısı kokuyordu. Ölü çocuklar kokuyordu. Yorgundum. Samet; direk spor malzemelerini söyleyeceğimi sanmış olmalıydı ki; "tamam hocam valla sorun değil, ben sadece çocuklar için şey etmiştim.." "Yok o değil Samet Bey? Kızılay personel arıyor, bizden de referans istediler eğer isterseniz ben sizi önerebilirim" dedim. Sesim kısık. Boğuk. 
Samet; çocuklara baktı. Uzun bir bakıştı. "Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada" dizesi balon oldu uçtu. Uzun bir yoldu bakışı. Sarıydı. Monet'nin tablosuydu. 
"Ben" dedi. "Kızılay'da çalışacak kadar onursuz olamam.!" 

Akşam Burcu'ya gittim. Örgü ördüm. Anlatmadım. Ağladım. Burcu ağlamamı anlamadı. Bön baktı yüzüme. Örgü'ye düştü gözyaşlarım. Ağladım. 
Hemen ertesi gün spor malzemelerini beklemeden istifa ettim. Bir hafta sonra açılan ilk kadroya başvurdum. Ablam, alkolik babama para yedireceğim için seviniyordu. 
Samet'i gördüğümde - bu son görüşümdü onu - yine çocuklarla oynuyordu. "Sizin spor malzemelerinizle ilgilenmeye çalışacağım ama bilmiyorum, benden sonra gelecek arkadaş ilgilenir mi?" Anlamadı. 
"Ben." dedim. "İstifa ettim." Samet hep çocukları düşündüğünü kanıtlayan son görüşümün son cümlesini söyledi; "Çocuklar biliyor mu?" Başımı yukarı kaldırdım. "Yazık olacak, sevmişlerdi sizi." 

Benden sonra ablasıUnicef Duygu geldi. Bir ay boyunca sıkıştırdım onu buradayken spor malzemeleri diye; bir ay duygu'yu dinledim. Bir ay. 
Sonunda gelmiş spor malzemeleri. Abla halletmiş olacak. Duygu teşekkür etti bana. Ama Samet aramadı. 



9 Eylül 2015 Çarşamba

Herkes Kadar

    

Sen Hiroşima'da hiçbirşey görmedin! Sen Hiroşima'da hiçbirşey görmedin!
                                                                               Hiroşima Sevgilim

Sanırım intihar edeceğim. Küçükken intihar fikri bana bir rahatlık hissi verirdi şimdi ise korkutuyor. Bence hayatı fazla önemsememek gerek, saçma. 

Kuzenim Mervan, Merhaba ben Tarık, Tarık sen misin? Nereden biliyorsun? Seni duymamak mümkün mü? Sırıtıyor, Yakup'a bakıyor, yakup başını eğiyor, Yakup'a benziyorsun sen de, bu sefer ben sırıtıyorum, sigaradan çekiyor, 

Yusuf'u günden güne özlüyorum. Nenem ölmüştü bir keresinde, her sabah bana elma verirdi okula giderken. Öldüğünde üzülmemiştim. Hatta güldüğümü bile söyleyebilirim. Sonra her sabah elmaların tadını unutunca nenem aklıma gelmişti. Öyle bir duygu. Yusuf'la beraber gittiğimiz sahafa uğradım. Kitap kokusu. Yusuf'un izini aradım. Behçet çelik gördüm. "Herkes kadar". O harika öykü kitabı benim gibi buralara düşerek yolunu şaşırmış olmalı. İkinci el. Sayfalarda gezdim. Bir şey aradım. Bir çizgi. Ödenmiş fatura. Ya da hediye notu. "Halkevi'nden Özgür" yazılı bir şey buldum sadece. 80 Dönemi gibi. Güldüm. 

Zaten artistliğinden cezaevinden çıkman anlaşılıyor, ay ne güzel haklarını savunman ne cici, senin gibi orda burda göt vermiyorum en azından, doğru gardiyanlara siktirmekten oraya buraya düşmüyor sıra, sus tarık, ne var ya adama bak eve geldiğimden beri küçümsüyor beni, feodal dümbük, siktirin gidin ulan, hiçbiriniz bir boka yaramazsanız, kızkardeşinizi 15 yaşına gelmeden evlendirmeye göz yumup buralarda özgürlükçülük oynarsınız, 

Mavi'nin gözleri camdan yansıyor. Daha da parıldıyor. Bu adamı nasıl istiyorum? O beni istemiyor ya  da kıvırıyor. Yan tarafta bir adam ceviz yiyor. Mavi, ondan ceviz istiyor. Buralarda böyle herkes pervasız, sınırını bilmiyor, herkes talepkar. Tiksiniyorum. Bana da ikram ediyor sonra. "Teşekkür ederim."
NE YAPIYORUM BEN? "Buralara hiç geldin mi?" yol dümdüz. Yılan gibi. Bir çöp tenekesi parlıyor. Kimsesiz. Hava yağmurdan sonraki orospu. İşte hayat bu diyorum, bu an. Bu dakika. "Evet gelmiştim." 

O GÜN BENİ NEDEN SAVUNMADIN?! O gün neden beni yalnız bıraktın!? Hiçbirinize güvenmiyorum!?

Mavi, sesi kısık, "yanıma yaklaş" diyor. Ter kokusu burnumu deliyor. Yine de tiksinmiyorum. "HDP Binasını taşlamışlar" Araba sola dönüyor. Midem bulanıyor bir an. Behçet Çelik elimde. "Hani amasya'da olmazdı böyle?"," Çok ölü var, çok kan?, Sen de dikkatli ol." Gülüyorum. Bir zamanlar küçümsenen çocuğa dikkatli ol diyen bu adamı duysa Yakup, kesin gurur duyardı benle? 
"Haklılar" diyorum, "Fatura sadece HDP'ye kesilmemeli ama." 
Neyse ben ineyim. 
                                   Kurtar halkımı ey Musa?

Küçükken yazar olmak isterdim. Zorunlu yazmaktan değil, gerçekten istediğim için yazmak isterdim. Şimdi duramıyorum. Yazar olamadım. Kimsenin okumadığı blogtayım. Anlatmasam öleceğim sanki. 

                                Bir organ nakli gibi sevmiştim seni.

Musluk tıkanıklığı gibi kaldım buralarda. Lavabo açıcı gerek. İçimi delsin. Akıtsın iyice. İyicene. Hiçbirşeye hiçbir düşünceye körü körüne bağlanmadım ki ben. Mavi'nin korkusu yersiz. Yakup'a bağlandım sadece. İngilizce çalışsaydım mesela. 

Yusuf burada olsaydı, bana kızardı. Ya da susardı. Susarak bir şey öğretenlerden, birleştirenlerden o. Geçen hastaneye bir adam geldi. "Yusuf burda mı". "Yok tayini çıktı" dedim. Gitti. "Hadi ya, Yusuf bana yardım ederdi" topallayarak gitti. Farkedemedim topalladığını. 
               
             Katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni.

Ayşe hoca'yı görmeden intihar etmeyeceğim.

                                  



25 Ağustos 2015 Salı

Bir Arzu Okay Şiiri

                                              
                                                Hayatım ruj imgesi sinema hazzı şimdi                                                                                      Hüseyin Alemdar

       

                                                                               Arzu Okay'a;



Mavi, benden dört bin tl kredi çekmemi istedi; Doktorİrem'in verdiği koltukta otururken. Kalçamı onun eline verdim, sıkmasını istedim. Penisini tuttum elimle de. "Bir şey hissediyor musun?" dedim. Tepki yoktu. Elini kalçamdan çektim. Kalbime koydum. "Bak nasıl atıyor gördün mü, işte seninle benim aramdaki fark bu, o parayı sana verirsem sen orospu olmuş olursun ve ben orospularla yatmıyorum" dedim. 
Hissetmiyormuş. "Ama askerde yapmıştım,,," uzatmadım. "Askerde eşek bile sikiyorlar" dedim. Yüzü masum kokuyordu. Jerry geldi bir ara hatta. "He is my father's friend." Uykuluydu Jerry. "He has funny face." dediydi ertesi güne. Mavi gözleri funny face yapıyormuş bak gördün mü, 
Odaya çektim, uzandık. Yapmak istedi. Ben de. Ağzıma aldım. Küçüktü. Eliyle başımı tuttu. Çekti ağzımı penisinden. "Nasıl yapılıyor, göster" dedi. Sesi türkü kokuyordu, köylerde çocukları görmesin diye kadına çullanan gübreli erkek kokuyordu. Yanağını öptüm. Terliydi. "Kendini zorlama. Hiç yapmadın değil mi?" Başını eğdi. Yalan söylemişti. Demek ki buralarda böyle oluyormuş, para için erkek sikmek, eşekten farksız bir şekilde. Zooerkekfili. "Hayır istiyorum" dedi. "Tamam, ama ilk ve son olacak, bir daha asla yapmayacağım senle." Domaldım. Küçüğüyle içime girdi. Bir anda. Çok acıdı. İttim. "Salak, siktiğin eşekler gibi mi sandın götümü." Tokat attım. Sigara yaktım. Orospuca. "Uzan." Sigaradan bir çektim. Ona verdim. Uzandı. Elini aldım, üstüne çıktım. Sigarayı aldım, dumanı onun üzerine üfledim. "Kalçalarımı sık, hissetmesen de sık" dedim. Bekledi. Yastığı sıkar gibi sıkıyordu kalçamı. "Serin sulardayız, sabah denizi gibi yüzdür şimdi elini kalçamda" sigara içiyordum. Güldü. Eli vücudumda gezerken. Ben de. Sigarayı istedi. Bir anda üstüme çıkmak istedi. " Dur" dedim. "Hazırsın herhalde". Sırt üstü döndüm. Bacaklarımı açtım. Islak mendili iki parmağıma sarıp götüme soktum. Dibine kadar. Temizlemek için. Tedbir için. Temizdi. Krem sürdüm sonra. Koktu güzel. O gömlekliydi. Altı hazırdı. Elini aldım. Yaladım. Islak mendili iki parmağına sardım. Götüme soktum. "Şimdi, bekle, parmağının uçlarını kıvır ve çek" dedim. Yaptı. "Parmaklarını itele şimdi, yavaş, bir itele geri çek" Sigarayı az önce kullandığım ıslak mendilde söndürdüm. Yüzüne baktım. Gülüyordu. Altına baktım. Ereksiyondaydı. Götüm ıslanmaya başladı. Sigara yaktırdım. "Ağzında dursun sigara" dedim. "Elinle yaptığını oranla yap" dedim. Girdi. "Bekle." Beklerken zorlandığını hissediyordum. "Bu pozisyonu ilk senle deniyorum, ahmet, kıymetini bil, sabret" dedim. Elim sigarayı aldı. Gülüyordu. "Yavaş yavaş ilerle, iki ilerle bir çek", aferin. Tam oturuna kadar dediklerimi yaptı. Komutantarık. Tam oturdu. Tek vücuttuk artık. Dudak dudağa öpüştük. Şaşırdım. Sigara diğer elimdeydi. Hızlanmıştı. Hızlandı. Hızlı hızlı gidip geldi. Gülüyordum. Kaşındırıyordu, acıtmıyordu. Elleriyle omzuma dokundu. Bacaklarım onun omzundaydı. Boynuma çöktü ağızlarıyla. Hırlıyordu. Terli ve pisti. Başımı yana çevirdim. Gözümü kıstım. Uzakta Yakup'la yapamadıklarımız vardı. Uzakta bir çocuk ölüyordu. Uzakta denizsiz martılar üşüyordu. "Ah! Ah!" Bitmişti. Ben orgazm olmadan o bitirmişti. Şaşırmadım. Düşüneseydi zaten uzaklarda bir çocuk ölmezdi. Bedenime çökmüştü. İçime boşalmıştı. Hemen kalktı. 
Mutfağa geçtik. Anlatmaya ihtiyacı vardı, yoksa kovacaktım onu. Bir zamanlar cezaevinde yattığını anlatıyordu. Parti cephe'den. Parti cephe'nin bizi sevmemesine rağmen; bizi kapitalizm artıkları olarak görmelerine rağmen dinledim onu, sevgili aptal parti cephe adına. Gönül borcu. DevrimciAbilerimize.


22 Ağustos 2015 Cumartesi

MAVİ


İsmini mavi koydum hdpli dolmuşçunun. İlk defa beni yatağa atmayacak kadar sevdiğini düşündüm. O kadar içselleştirmişim ki, yatağa atmadığı için onu suçluyorum. Üstelik kullanıyor beni de olabilir Yusuf'a göre. Yine de birini sevmek uzun zamandır olmayan bir duygu durumum olduğu için keyif alıyorum. Korkuyor. Korkuyoruz. Yakalanmaktan. İstersen hiç görüşmeyelim dedim. Kabul etmedi. Bana burada kendimi açmadan yaşamayı öğretecekmiş. Hala bir şeylere karar vermek için erken. Çünkü bir erkeği ancak en iyi yatakta tanırsın. Anal seks yaparken yüzünü görmek istemeyecek bir pozisyonu tercih ederse; seni sadece arkan için istiyor olur, ama çok açılması zor olduğu için, sabırla bekleyip, ilerlemesini yavaş yavaş yapıyorsa, o zaman seni gerçek anlamda seviyor demektir. Oral seksi de sen istiyorsun diye yapıyorsa tamamdır, hoşgeldiniz beyazeşcinselçiftliğe. Starsbucks'ta kahvemizi yudumlayabiliriz. Beni istemiyor musun diyorum. Korkuyorum, ya sen beni beğenmezsin diyor. Gözlerin çok güzel. Gülüyor. Yorgun. Ve kurnaz. Gülünce kaza oluyor, deprem oluyor, kafama taş geliyor, trenler çarpışıyor, sular köpürüyor. O kadar mavi ki, çirkinleştiriyor onu mavilik. Korkuyoruz. Korkuyorum. 
Görkem geldi. Misafirliğe. Paramı aldı. Şehrizade'de oturduk. Edebiyatöğretmenliğiokumuş ama edebiyatöğretmeni olamamış Ömür de vardı. Kaan da. Yusuf'u da çağırdım. Gelmedi. Size de oluyor mu bilmiyorum, bazen katlanamayacağınızı düşündüğünüz yerlere giderken sürekli bir suç ortağı arayışınız, ya da beraber katlanabileceğinizi düşündüğünüz bir arkadaş, sohbet arasın da telefonla oynamak gibi bir şey aradığınız. Gizem'i çağırırım bazen ben. Gelir. Diren evlenmeseydi hep yanımdaydı. Cansu da gelirdi. Cansu da çağırırdı. Beraber katlanırdık erkeklere. Zaten konu benim cicigayliğim üzerinden döner ya da bitmiş bir gezi direnişi külü üzerine. Öyle. Tiksinç. 
Ömür tayini çıkmadan önce; burada TİP'li, 80lerden kalma, Ömür'ün Amcası, Can Atalay'ın - bildin Ünlü gezici, karizmatik erkek solcu kadınlara, bildin, Tatilguy, Soma umrunda değil onun, ama Soma avukatı - babası, faşistlerin katlettiği anmaya gitmiştik. Yusuf da gelmişti. Şaşkındım. Nuriye'yle küsmemiştik. Mezarlık serindi. Ve ben, gizligayDevrimciAbiydim. You know, Can atalay'dan tiksinmeme zamanlarıydı, ayy ne yakışıklı bir erkek, büyüleyici, this is fantastic zamanlarıydı. Öyle. İşte neyse, bunlar DevrimciAile filan ya hani, TİP,Dev-yol, dediler, kahvaltımız var anmadan sonra gittik, Yusuf da gelmişti. Şaşırmamıştım. Böyle balkonda sigara içiliyor, bu Ömür, Kaan filan var, Ben çay dolduruyorum. Ne alaka! Size de oluyor mu? Bazı yerlerde paniklerken böyle kendinize bir iş bulursunuz, Can atalay'a bakıyorum bir yandan. Uzun boylu. Penisinin boyutunu düşünüyorum. Pisim. DevrimciAhlaka ters düşüyorum. Böylelikle. Arkadaş Z.Özger'den ders alamadım. Birden Ömür; "Ben Barış Bıçakçı sevmiyorum, yani onun ki edebiyat değil," diyor, susuyorum. Kızıyorum. Durmuyor Ömür'ümüz. "Ay Tarık Sen Sevgi Soysal'i nereden biliyorsun?", Yusuf'un hatrına susuyorum. Çocuk ortamdan kaçmasın. 
Yusuf, bozuluyor zaten. Günler sonra hatırlatıyor, öyle yemek arasında. Küfürlü. 
İşte o Ömür gelmiş yine. Öğretmen tatili. Kışın solculuk oynanır buralarda. Öyle yaz yaz, you know, deniz kum seks yani. Mavi benden para istemişti. İlk orada "beni kullanıyor mu acaba?" sorusuyla gittim şehrizade'ye. Mallar. Mal. Bön. Cidden vizyonları yok. Alıp hepsini banyoya sokmak, günlerce böyle dostoyevski okutasım, stanley kubrick izletesim var. O derece. Üniversite kalitesini eleştirecek kadar da aydınız lakin. Sadece Mavi olsun hayatımda. Ölene kadar çay içelim. O anlatsın. Ben dinleyeyim. Sersem herifim benim. Sersem. Sefil. 
Kaan konuşuyor boyuna. Ömür'ü sikmek istediğini anlıyorum konuşmasının vurgularından, göz bakışlarından. Ömür'ün de Komünist Partiye kızgınlığı geçerse; Kaan'la kucak-sandalye pozisyonunda sevişecek olmasını düşünüyorum. Ömür "HDP'ye oy verdim ama..." dinlemiyorum sonrasını. "Emanetçisin yani?" Gülüyorum. Pis. Çok çirkinim. ironimi anlayacak kadar edebiyat biliyor olmasına seviniyorum Ömür'ün. Kapasite meselesi. O kadar da küçümsememek gerek. "Yok yani de işte kürt özgürlük hareketi..." yazsam uzar. Kusturmayayım sizi. Bunlar solcu. Öyle. 
Hava Serin. Burayı seviyorum. Garsonu artık iyi davranıyor bana. Irmak kenarı tam. Karşımda kel bir adam. Kesişiyoruz. Kalkmak istiyorum. 
"Sen ne düşünüyorsun Tarık?" diyor Görkem. Unutmuşum onları. Ömür unuttuğum o anda, Sevgi Soysalımı övmüş, bir güzel yine. Araya Marksizm girmiş, Terry eagleton, İngiliz Marksizmi, Ev ekonomisi, İstanbul kalabalığı ve tabii Onur yürüyüşü,,,
"Ne hakkında?" 
"Çıplaklık?" Sesi kısık. Tanıyor beni Görkem. Dengesizliğimi biliyor. Anladım mevzuyu. 
"Az önce Bir adamla görüştüm ve kapalı kapalı, kısık kısık, birbirimize dokunmadan, sadece gözlerimiz bakarak konuştuk. Bunun kapalı hali ne ise Onur yürüyüşündeki Çıplaklığa izdüşümü o" demedim. Diyemedim. Dedim çok çok üniversitede. Yakup; "Kürtler öldürülmeye, siz de saklanmaya mahkumsunuz," lafı geldi aklıma. Gizem-Diren ikilisinin de psikolojik olarak "ikincil kazanç" dedikleri bir durumu anlatmışlardı bana. A evet Yakup yıllarca bu durumdan ikincil kazanç sağladı. Ve sanırım ben de. 
"Bence gereksizdi" Görkem bunun gerçek fikrim olmayacak kadar tanımasını bekliyorum bakışlarından. Bulamıyorum. Yok. 
Erken kalkıyorum. Bir balon alıyorum. İnsanlar bakıyor. Uçuruyorum balonu. Gözden kaybolana kadar izliyorum. 




9 Haziran 2015 Salı

Sorosçular Tarçınlı Kek yiyor

                                                                                           Ouz'a,
                                                                                          Eren'e,

                                                                                         Diren'e,
                                                                       

                                     Keşke her şey bir abartıdan ibaret olaydı.

Onu seviyorum, yüzümde bir tokat. "O zaman gider kendin okursun." 

Hdp seçimlerden çıkınca; partide tarçınlı kek yedik. Eren'e mesaj attım, dönmedi. Kızdım. Geçti sonra. Balkona çıktık. Yani şimdi özgür müyüz dedi biri, "Erkekler hiçbir zaman tam olarak homofobiyi yenemezler;" cümlesi yıllar öncesinden kalan. Ne kadar doğru! 
Bir mesaj: Selahattin, Lgbti'leri anmadı; kızmadın mı kız?
Ayhan'ı aradım, "Siz teröristlerle bu ülke ne yapacak" dedi. kapadım erkenden. Tarçınlı kek tarifini sordum; o hiç tanımadığım kızdan. Yüzüme bönce bakarak, verdi. Hiç yapmayacağım. Yusuf'a söylerim belki. 

Abla bu para yetmiyor ki, öğlenleri ne yiyeceğim ben, akşamdan peynir ekmek yap, yaw yiyemem ben öyle; hem dört sene öyle mi olacak, git ulan başımdan, 

Ouz şimdi köpürmüştür. Sırrı süreya'yı sevmiyorum, o konuşuyor şimdi. Yine meclise girip; şımaracak. Ufukuraslaşacak. "Seks işçileri gündemimizde değil" deyip, Diyarbakır'da kerhane kapatacak. Diyarbakır sanki onların. Hep onların. 
Yakup bir keresinde "Bu sorun biterse; biz de biteriz" demişti. Tiksinmiştim. 
Halay çekiliyor; kısık sesli telefondan. Alan dar. Ben tarçınlı kek götürüyorum. 
Bir gün Ouz bornozluydu; evini basmıştım. Kapı önünde bekletmişti. Bağırıyordu. Bildik cümle: "Ne istiyorsun?" 
Ne istiyorum?
Ne istiyorum?
Ouz çok güzeldi. Beyazdı. Evinden deniz görünüyordu, sonra Akp o evin önüne ev yapıp denizi görünmez kıldı. Yıllar sonra Murat söylemişti. Ben Ouz'u sonra hiç görmedim, gördüklerim Ouz değildi. 

Erkeklerin ya siktir ettiği ya da siktiği bir vücudum. 

Seçim haftasında; Eren'i gördüm. Sakarya caddesinde. Ankara'ya gitmiştim. Her akşam; daha önceden takıldığı bara gittim ona baktım yoktu. Sonra; arkadaşlarla otururken gördüm. Çay içtik. Şekeri karıştırdığı kaşığı çaldım. Arkadaşlarım acıdı. Bu çocuk sana bakmaz dedi biri. Doktor kızım o. Mavi hırkasını giymişti. Çirkindi. Nesini beğeniyorum bunun? Tuvalete gittim. Ağladım. Telvin'e gidelim dedim Eren ayrılınca. 

Buraya gelip kalabalıkta şu çikolatayı çaldığını görmediğimi mi sanıyorsun? salak mı sandın lan beni, özür dilerim kadir abi, bak bir daha olmaz; öff git söylersen söyle, ben de seni söylerim, bir tane çikolatadan nolmuş; yeterince zengin piçi var, burada zaten, 

Eren'in doğum günüydü bir gün. Bu gün Yakup'un. Mesaj attım. Ondan da cevap gelmedi. Eren'inkini kutlamıştık; o cinselözgürlükçü kızla. Hazan vermişti parayı. Al git kutla beraber o takıldığın çocukla. İlk defa düzgün birine aşık oldun deyivermişti. Pasta aldım en mavisinden. Eren, ben, o cinselözgürlükçü kızla yıldız tilbe dinlemiştik. El adamı. 

Türkiye artık daha iyi bir yer olacak, Komünist Partiye göre Hdp'ye oy verenler Sorosçuymuş. Görkem dedi. Yorgun ve ilkesiz sosyalistlerin umudu Hdp'ymiş. 
Görkem ekledi. Çay içerken Derya ablada. Söğütaltı çay ocağında. Birgün ben de çay ocağı açıp, memurluğu bırakacağım. Ankara'da açarım belki; öğrenciler gelir, Komünist partililer de gelir. Eşcinseller de. Eşcinsel olduğunu hiç söylemeyen erkekler de. Sadece erkeğe aşık erkekler de. Çay güzeldi. 

Beni kadir abi gönderdi; kamyonetin arkasında yapacağız; kimseye söylemeyeceksin, ilk başta acıtır ama, sonra zevk alırsın, sandalyede yapacağız, merak etme zorlanmazsın, sadece ağızdan diye konuştuk kadir abiyle; öbür türlüsü zor biraz, elimle otuzbir de çekerim isterseniz, okşamaya da izin veririm, ama öbürü..

İlk sınıfta Yakup'un doğum gününü beraber kutlamıştık. Göt kadar kantinde. Cansu da vardı. Yakup; saçı dağınık ve kokuyordu. Çok güzeldi. Siyahtı. Kahverengiye çalan bir tişörtü vardı, sakalı kirliydi. Tişörtünden kılları sarkıyordu. Kürtçe kutlanmıştı, gülmüştük. Yakup çok güzel bir çocuktu. Ay çiçeklerinin güneşe yüzünü döndükleri zaman doğduğunu söylemişti, bu doğum günü doğru değilmiş. Hangi kürdün doğum günü doğru ki? diye dalga geçmişlerdi. Cansu; pembe elbisesini giymişti. Yakup ona bakmıştı. Çok çirkindim. 

Gittim Kadir abi; tamam mı bak şikayet etmek yok artık, nasıl güzel miydi; sakattır makattır ama iyidir haldun abi, malı da büyüktür,  sana çok yardımı dokunur hem, sevaptır, bir daha gitmem tamam mı,  

Ama Gezi'de gelmediler ki Eren, yani sadece kendileri için bir şey olunca geliyorlar; Samsun'daydık. Meydanda. Gideceğim az sonra. Herkesten her şeyi yapmasını beklemek mi gerekiyor? dedi otobüse binerken. Herkes her şeyden sorumludur der dostoyevski demedim. 

Beni parti çalışmaları için niye aramadığınızı biliyorum Sedar Hocam, ama konuşmayayım şimdi? Tamam tarık kusura bakma; niye aramamışız peki? Herkesten her şeyi söylemesini bekleyemezsin, tarçınlı kek ağzımda eriyor. Güldüm. 

Barış bıçakcı Hdp'ye oy vermiş midir?

İki gündür rüyalarımda Eren'i görüyorum. Son keresinde, bağırıyordu bana. Bıktım artık filan diyordu. Hatırlamıyorum tam. Numarasını sildim. Rahat olsun kafası. Hepsinin. AntikapitalistMüslümanBacımla arasına girmeyeyim. İlk defa düzgün bir ilişkim var demişti zaten. Benden korumak için söylemişti. Anladım. 
Bulaşma der gibi. Sakın ha. Terliği kafana yersin bak. Sustum. 
Benim ilk defa düzgün bir ilişkim olacak mı diye düşündüm. Eren'in yanındaki arkadaşlarımdan sevgili olanların kolları omuzdaydı. 
Fassbinder'e göre "bütün ilişkiler sömürü aracı, eşcinsel, düzcinsel farketmiyor"muş. 
Eren, seni Fassbinder'in El hedi Salem'i sevdiği gibi seviyorum. diyemedim. Kaşığı çaldım. 
Artık numarası da yok. 

Artık bazı hikayelere bir son gerek. 





21 Nisan 2015 Salı

                               
                                                                                              Rainer Werner Fassbinder,

Rüyalarıma Faulkner, Oğuz Atay, Tezer Özlü, Romy Schneider, Virginia Woolf'tan (Onu Nicole Kidman'ın canlandırdığı; Saatler filmindeki istasyon durağındaki konuşmayla) sonra Fassbinder girdi. Bilinsin istedim. 

Zihnim çok karışık toparlayamıyorum. Çok zor. Uzun bir süre ortalıkta görünmemek. 

17 Mart 2015 Salı

Bu da Böyle bir Yazı


                                                 uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

                                                                                                           Edip Cansever


Yakup güzel keserdi domatesleri. Acele acele değil, kör bıçakla ısrarla, 
sorularıma yüzüme bakmadan cevap vererek, et tahtasındaki domatese odaklanarak keserdi. Kebapçı ustaları gibi sıralı olurdu, sıradan kaçan tek bir domates tanesi olmazdı. Sonra domatesi ters çevirir, dikey doğradığı domatesin bir de yatay kesip, un ufak ederdi. Sulu. Tahtadan taşırmazdı. Tahtayı o kocaman gövdesine tezatla ince bir şekilde eskimiş tavaya yerleştirirdi. Tefal kaplamasız. Parlak demirden. Kenarda kirleri duran tavayı tahta kaşıkla karıştırırdı. Üzülürdü sanki domateslere.

Sonra sonra domates kesemedim ben hiç, acıdım, rendeleyemedim, Münevver ne gülerdi, rendeleyememe domatesleri, bir keresinde Yusuf allah'ım ya demişti, 

Boynumdan öptü bir an domatesleri kesip, bibersiz menemen yapınca. "Kimseye söyleme, bak bozuşuruz" dedi. Sertçe yıkadı et tahtasını. "Hadi ne duruyorsun, dolaptan peyniri çıkar, amma soru çok sordun". Şaşırmadım. 

Bugün kendime onun yaptığı gibi menemen yapmaya çalıştım. Olmadı. Domatesi kesmedim. Rendeledim. Rendelerken ağladım. Bir hayatım olamadı. Hiçkimseyle. Hiçbir erkekle. Hepsi de aynı cümleyle"İmkansız, olabilitesi yok, nasıl olur?". Seslendiler. Hakkını yemeyeyim, Ayhan'ın. O "Yapalım evlenelim mi?" diyordu, bir nevi umutlu cümle. 

Yine bir evden ayrılma durumu anlatacaktım ama olmadı. Menemen baharatlı oldu. Yakup'un malzemesi yoktu, tuzluydu sadece. Evden çıkıp, 90lı öğrencilerin yanına. Yusuf'la bugün son defa konuşmaya çalıştım, Üstelik sonuna kadar hakediyordu, çünkü o Yakup kadar güzel yemek yapıyordu, yediğim her yemeğinde Yakup'la olamamış hayatımın acısını çıkarıyordum. Geber Yakup, bak güzel bir hayatım var, evim merkezi ısıtma, üşümüyorum. 

Yusuf konuşmadı benle. Benle konuşmamasını üstelik odayı terk etmesini, Yakup'un yaptığına benzettim. Aynısıydı. Yusuf bunları okumaktan vazgeçtiğini hastanedeki odasındaki sekmeyi kaldırdığından anladım. Artık zamanı gelmişti. Biliyordum. 

Bir hayatım olamadı. Migros'taki indirimleri takip edemedim. Boklu öğrenci evlerine geri dönüyorum. 

Yusuf, Nihal'in harika yemeklerini yiyip, Nuriye'yle dedikodumu yapar artık. Arif abi de olur. Tavla oynarlar hatta. Gizem'e anlatır, "ödesin bedelini" der, üstelik bu bedel sadece "ibne"olduğum için ödenecek bir bedel iken. Ne var canım mini etek giymeseydi o da! azdırdı, tecavüz ettim ben de. Aziz'e gider, Aziz espri yapar; "Sana saldırdı mı?" Pis surat ifadesi Aziz'in. Tiksinç. 

Bir hayatım olamadı. İzleyeceğim filmler kaldı. Hamide'nin bahsettikleri, Kurosawa, Bresson,. 

Mabel Matiz artık kötü söylüyor, popüler olan herşey göttür. Yine de bu şarkı iyi. 

Artık bokluöğrenci evlerinden bağlanacağım size. 

Gerçekten bir Çalıkuşu'yum. 

Hepiniz bir gün beni terk edeceksiniz!
Zeki Müren'i seviniz!





                          






14 Mart 2015 Cumartesi

Masculin und masculin




Yusuf'la hiç konuşmuyoruz. Mail atıyorum arada. "Ev"le ilgili mesele dışındaki sorulara cevap vermiyor, "ev"le ilgili olanlara ise kısa cevaplar veriyor. Geçenlerde Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmini izlediler, kız arkadaşıyla. "Kitabı daha güzel." demedim. Yusuf ciddiye almazdı. "Film nasıldı?" da demedim film bitince. Yusuf beğenmiştir ama beğenmemiş gibi yapmak daha kolay, onu oynamıştır. 

Sendikada Film gösterileri yapıyoruz, birleşik haziran hareketindekiler biz yapıyoruz diyor ama hepimiz karışık olduğumuz için, tam olarak öyle değil. Anlatamıyorum. Öğrencilere destek oluyorum abisi hissi hoşuma gidiyordu, ta ki bu yazıya kadar. Kasabanın üç beş solcusuyuz. Öğretmensolcular, öğrencileri kullanıyor, Hasan Hoca mesela, "Bizim gençler" deyip duruyor, MüziktenanlamayanMüzik Hocası Mustafa daha da korkunç, şöyle bir görünüp gidiyor ama sendika toplantısında iğrenç övünüyor, nefret ediyorum. Eren demişti öğrencilerle takıl. İyi gelir. Param çok gidiyor. Eve davet ettim Yusuf Ankara'dayken. Yusuf'la bozuştuk. Zaten ben de pişman olmuştum. Menemen yapmıştık, bira içtik. Yusuf hemen anladı. Daha iğrenci eğer eve öğrencileri değil de Ayhan'ı çağırsaydım hata edecekmiştim ona göre. Sonra da ipler koptu. 

Sendikada bu hafta "Yol" filmini gösterdik. Cumali Abi ile izlemiştim ben, işçi filmleri festivalinde. "Seyit, sen eskiden ne güzel kaval çalardın, ağlardım" repliğinde ağlamıştım. Burada baktım kimse ağlamamıştı. Kürtçe repliklere ise "Atilla oğlum altyazılı indirir insan filmi" dendi. Tiksindim. Üst üste sigara yaktım. Mustafa da gelmişti, yüzüne bakmadım. Cumali abi, neden buradaki solcular senin gibi değil? Neden abi? Neden cevap verrrr!! Senin mirasın değil mi bu gerzeklerle olmam? Hakkımı helal etmem dememiş miydin? Elimden fazlası gelmiyor abi, kurtar beni, yapamıyorum onlarla bile, reflekslerinden kurtulamıyorlar, aşkı bilmiyorlar, birhan keskin okumamışlar, doksanlarda doğu'da tecavüze uğramamın bedelini hissedemiyorlar, ah güzel abim, kandır beni, kanık beni, kansık beni, tanık beni, kuduk beni,...


Sahlepçiye gittik sonra. Ben ısmarladım. Ucuzdu. Sahlepçiyle göz göze geldik. Hangi takımlı olduğumu sordu. "Hayret, ne iş yaptığımı ya da nereli olduğumu sormadın" dedim. Görkem'den çekindim. Daha da ileri gidemedim. Yeterdi. 

Sahlepçinin duvarında peçeteye yazılmış sözler, yalancı şiirler vardı. Karikatürler de arada seçiliyordu. Bir karikatür yapmışlar, cinali erkek cinali kız kalpli birşey. İçlerinden biri, "ikisini de erkek gibi yapmışlar" dedi. Biri "olur mu canım, biri kız biri erkek" dedi. Ben atladım; "niye ikisi de erkek olmasın?" Asla dedi kikirik sesi bok kokan kız. Sesibokkokan kızın sevgilisi " ama hayatım böyle insanlar var" dedi. Bana bakarak. Onay istedi. "Bilmem hiç karşılaşmadım" dedim, sahlepçiye bakarak. Kızla Erkek tartışıyorlardı, havada "tercih, seçim, hormon" üçlemesi balon olup uçuyordu. "Görkem, sence sen ne diyorsun? Eşcinsel aşk meselesine?" dedim. Görkem önce kekeledi. Gülerek "zevk bence" dedi. Kahkaha attılar. Eren'i özledim. Dışarıya baktım. Yan masada türbanlı kızlar kalkmaya hazırlanıyorlardı. Sahlepçi bana bakıyordu televizyon yansımasından. 
Midem bulandı. 

Kimse anlamayacak seni, kendini ne sanıyorsun, Milk mi? Ha, sikerler oğlum adamı, her yer ankara, her yer üniversite değil, gel bakayım bizim köye, bir gün dayanabilir misin, aklını başına al, hemen atanacaksın, bu işlerle uğraşma, git kimle yatıyorsan yat, bırak bu aktiviz . m mi ne bilmem ne işleri, ananı ağlatırlar, ...

Hesabı ödedim. Sahlepçi "hepiniz öğrenci misiniz?" dedi. "Zevk meselesi," dedim. Anlamadı. Görkem bozuldu. Kız bilmediğini bilme haliyle kaldı. 



13 Mart 2015 Cuma

Yalan yanlış başarısız bir hikaye başlangıcı


                                                        Rüyalarımdaki siyah paltolu çocuğuma;


Uludere'ye Roboski dememden bir yıl sonra, Yüksel caddesi'nde anma vardı, yeteri kadar kalabalık olunca meclise yürünecekti, oradan tekrar Yüksel caddesine gelinip nöbet tutulacaktı. Emrah hocamın hatrına gidecektim. 24 Aralık'ta; Yakup'la son çay içimizden dört gün geçmişti. Gebersindi kürtler. Umrumda değildi. Dört gün evden çıkmayınca; ev arkadaşım Eren, "lan hadi oğlum gidelim," deyince önce tereddüt etmiştim. Sadece film izlemek, okulun bitmesini beklemek istiyordum. Okul bitince kış sohbetleri yapacaktık, Zübeyir ile. Onun Koton'da "müdür yardımcı" olma hayallerini dinleyecektim. Emrah hoca; 24 Aralık'tan önce katıldığım bir eğitimde, bugünü söylemişti, "sen de gel" demişti.
Hava soğuktu. Enkazdan yeni toparlanmaya çalışan bir depremzedeydim sanki. Bu insanlar kim, burası neresi?. Nazlı da gelmişti, anma daha başlamadan, Fidan'da bir çay içelim demiştik. Sıcak. Ahmet Aslan çalıyordu. Eren şikayet etmişti, burada hep aynı şarkı çalıyormuş, hep bildik klişe kürtçe şarkılar ya da özgün müzikli tınılar. Cevdet Bağca'ya güldük sonra. Diptik, dibimizle alay ederek daha düşmek istiyorduk gibi. Münevver gelmemişti. Nazlı bile niye orada olduğunu anlamamış gibiydi. Titriyorduk, cafede bile. "Sen nasıl oldun" dedi Nazlı. Cevap vermedim. Kelimelere dokunsam bozulacaktı, havaya çarpacaktı sesler, kaybolacaktı, korkunç!! Nazlı sınıfta ahkam kesen Kürtlerin gelmediğinden yakındı biraz. Yakup gözlerimin önünde o an. Göbeğini büyütüp, Migros poşetlerini arabanın bagajına koyacak, arabasının anahtarındaki düğmesine basıp dit dit edecek bir hayat istiyordu. Kapıyı sertçe çekip, hafif eğilerek mabedine girecek bir hayat. "Kalkalım mı? Başlayacak" Yüksel az az kalabalıklaşmıştı. Emrah Hoca, bildiri dağıtıyordu, beyaz balonlar vardı. Hava titretiyordu adamı. Stant kurulmuştu, bedava çay alabileceğimiz. Kötü çay. Plastik bardaklı. Önde Pankartı tutacak bir adam aranıyordu. Ben geçtim. Basın açıklaması yapıldı. İğrenç megafon sesiyle. Ferhat Encü de konuşmuştu. Nöbet tutulmaya karar verilmişti, yürüyüş yoktu. Pankartın kenara bıraktık. Yerde beyaz mumlar, -otuz beş tane- temsili bir battaniye, fotoğraflar vardı. Oraya çömeldik. Nazlı gitti. Ev arkadaşım Eren ve Ben kalmaya karar verdik. Yanımızdakiler çay içiyordu.
 "Bakar mısınız? Çayı nasıl aldınız?". Siyah mont, kirli sakallı, gözleri ufuk çizgisi çocuğa sordum. "Şuradan, ben getireyim." dedi. Getirdi. "Ben Eren, Tıp Öğrencileri Derneği'nden. Siz?" Ev arkadaşım Eren, "Merhaba" dedi sadece. "Tarık, Gündem Çocuk Derneği'nden, aslında tam olarak oradan değil ama, Emrah Hoca'nın hatrına biraz da.." utanmıştım. Birilerinin hatırına insan hakları savunuculuğu.. Eren, gözleriyle susturmuştu zaten beni. Elimde plastik bardak. Konuyu değiştirmeye çabalamalıydım. "Tıp okuyorsunuz herhalde" bu sefer sadece çocuğa değil, yanındaki kıza da sordum ki, herhangi bir yanlış anlaşılma üzerdi beni. Efeminenin erkek tacizi. Kız, kendisine soru sorulmuş olacak ki "Evet, Gazi'de okuyorum, ben Zülal bu arada." dedi. 
Çocuk başını eğerek, "Ben Ufuk'ta okuyorum." dedi. Eren'e dönüp, "Bu zengin piçi, plastik bardakta çay içmeyi fantezi sanıyor herhalde" dedim. "Sus lan" dedi. Harbiden ne alakası vardı, çocuğa baktım göz ucuyla, siyah montu kilolarını saklamaya yetmiyordu. Üşüyordu. Ayağa kalkıp sallanıyordu. Ben battaniye bulup bir yerlerden, ona sarındım. Küfür ettim içimden. Çokçana sigara içtim. Muratti hem de. Ağırdı. Ciğerim parçalanıyordu, her içtiğimde. Param yoktu winston almaya. Dört gün evden çıkmayınca, kahveci Hüseyin'in kocaman sikini ağzıma alamamaktan sigara paketinden olmuştum.  Eren sağolsundu. Çocuğa baktım. O bayağı ucuz olan United sigarasını içiyordu. "Piç, cimri herhalde, baksana United içiyor," dedim Eren'e. Eren konuşmadan, başını salladı sadece. 
"Ağır değil mi o sigara biraz?" 
"Ha evet, ama alıştım işte, yakmak ister misin?"
İstemedim. Başımı çevirdim. Sesi yumuşaktı. Ihlamur kokuyordu. Bir kere daha çay getirdi bana plastik bardakla. Yanımıza çömeldi. Sustuk. Zülal konuşmaya başladı. Dinlemedim önce. Çocukla konuşuyordu, Eren'e baktım. Gitsek mi? Gece ilerlemişti. Emrah stanttaydı hala. İmza topluyorlardı.  
"Yani transeksüellikle, gay arasında bir şeydi hatırlamıyorum." Zülal. Başımı o tarafa çevirdim. Çocuğa ve Zülal'e sinirle baktım. Dört gün önce Yakup'a eşcinselliğin sadece cinsel deneyim olmadığını, pekala aşık olabileceğimi anlatmıştım, her keze, bir kez daha ekleyerek.  Şimdi bu tıp okuyan idiotlara transeksüellikle homoseksüellik arasındaki ayrımı anlatamayacak kadar yorulmuştum. Bıkkınlık. Keskin. Kekik tadı ağzımda. 
"Bir United versene!" dedim. 
Çantamdan - bez, yakup'un sevdiği, kırmızı - defterimi çıkartıp, ağzımda sigara, onlara transeksüelliğin cinsiyet kimliği olduğunu, cinsel yönelimlerin onunla ilişkili olmadığını anlatmaya çalıştım. Grafikle. Bok bok. Kusarak. İstemeyerek. Zorunda olmanın verdiği gereksinimle. Pis lik le. 
Can kulağı ile dinlediler beni. Eren; - ev arkadaşım olmayan - teşekkür etti. 
Mumlar erimişti. Ben ve ev arkadaşım Eren kalktık sonra. 

Bazı tanışmalar ne boktan!

10 Şubat 2015 Salı

Kör Heves - Volume: I

                                                                                                                              Özge'ye,

                           benden başka gördüğün bir tarık var, eren. senin olamamış sesin olamamış.

      Ulucanlar'da boklu evde Yakup'un yanına sırnaşıp uyumadan üç gün önce, Ouz'un evinden kovulduğumdan iki yıl sonra, Eren'le tanışmadan iki yıl önce ben Sakarya'da Alpay Döner-Pide Salonunda işe girmiştim. On üç telelik bir yevmiyeye. Para harcamıyordum bütün gün orada olduğumdan, para biriktiriyordum. Şarap içecektik, Yakup'a ısmarlayacaktım. Söz vermiştim. Komilik zordu, severdim. Benim gibi öğrenciler gelirdi, bol turşu koyardım. Lahmacun, Pide, tavuk, et döneri yapılıyordu. Lahmacun çok gidiyordu. Lahmacun çok isteniyordu. Lahmacun çok istenmesine bozuluyordum ben, çünkü lahmacunu yapan usta, lahmacunları yapıp bana verirken arkama da dokunuyordu. Ses çıkarmıyordum. Şarap içecektim. Hem yeni iş bulmuştum. Usta ses çıkarmamama sevinip fazladan lahmacun hatta pide yaptırıp "al bunları yurtta arkadaşlarınla yersin" diyordu. Ben yemiyordum. Arkadaşlarım beni seviyordu lahmacun götürdüğüm için. Usta ileri gitmiyordu, sanırım Haymana'da oturduğundan ve beş çocuğun boğazını doyurduğundan olacak, sadece lahmacunları verirken aklına geliyordum. Bir çocuk vardı. Bana yardım ederdi. Komi değildi o. Komi olmayanlar et-tavuk döner tarafına geçirilir, orada poşet sarar, maydonaz doğrar, kola koyarlardı. İstersem oraya geçirebilirdi beni. İşletmeci Hakan'la konuşup. Hakan kabul etmedi. Daha tecrübe etmem gerekiyordu. Powertürk'te demet akalın çanta çalıyordu. Ne zaman duysam ürkerim o şarkıdan. Et tavuk döner ustası bana yardım etmek isteyen çocuğun beni et-tavuk tarafına almaya çalıştığını duymuştu. Şişkoydu. Haymana'daki kürtlere küfür ederdi. Lahmacun Ustasını sevmezdi. O aramızdaki en kıdemliydi. Gelip tavuğunu etini takar, hemen kutsal mabed gibi onun başına geçip, ayin yapardı. İnsanlar o ustayı severdi. Ben sevmezdim. Beni sevmezdi. Bir gün eğer istersem kendi tarafına alabileceğini söyledi. Formalarımızı - kırmızı, kirliydi - giyerken, beyaz atletle beni duvara hafiften sıkıştırıp, sikini yalayıp, ağzıma boşalmaya bakarmış iş demişti. Heyecanlandım. Hayatımda sadece Yakup vardı. Ben sadece Yakup'la olmak istiyordum. Hem cinsellikten algım, bir erkeğin güçlü omuzlarında - Tıpkı Ouz'unki gibi- sarılıp uyumaktı. Güzel ve iriydi o şişko ustanın elime tutuşturduğu. Yapamadım. Bana yardım eden çocuk, daha fazlasını yapıyormuş hatta, bir oral?ı becerememişim. deyip gitti. Şarap parasına az kalmıştı. Şişko kendisini reddettiğimi sanmış olacak iyice cephe almıştı. Bana yardım eden çocuk artık etmiyordu. Tabaklar artık yığılıyordu. Domates kasasını tek başıma taşımak zorunda kalıyordum. Gece, o şişko ve bana yardım eden çocuk birlikte çıkıyorlardı ben tek. 
Şarap parasını ayarlayınca, ayrıldım oradan. Can dostlar cafe vardı Sakarya'da. Onur canlı müzik yapardı. Ay dilbere'yi çok güzel söylerdi. Sakarya ışıl ışıldı. Yakup yanımdaydı. Onun saçma arkadaşı da tabii. Olsun yine de mutlu sayılırdım. Yetmiş tele biriktirdim tam. Yeterdi. İçkiye zam yoktu. Tekel Direnişi yeni bitmişti. Mavi branda kalıntıları hala duruyordu. Yakup çok güzel içiyordu. Ben o gün içemedim. Lahmacun gibi tiksindim. Yakup ve saçma arkadaşı içemediğime şaşmadı. Yakup güzel sigara içiyordu - ah! ederdi dünya, gözlerinden haymana kürtleri akardı, oltu peyniri, az ekmekli çay, ah ki gözüm, bir yara dönerdi içimde, bir kement asılırdı Sakarya'ya, can acırdı, can kusardı, susup yakup'un sigara içmesini dinlerdim, dinler bütün bu kötülüklerin son bulacağını sanırdım. - Yakup, çok güzel bakardı. - ah! ederdi şarkılar, bu nasıl feryattır derinde, cumartesi anneleri galatasaray'da bu bakışın bedelini öderdi, tekel işçileri yorgunluydu, bir göz ki, incirin oyuğu, nar kızılı, bir acı ki, orada bir çocuk düşerdi tanklardan yorulmuş, bu nasıl bir bakış ki dünyaya böyle deyişi edip cansever'in,,,- 
Ulucanlar'daki evine gittik Yakup'un. O gün ben onlara "ibne" olduğumu, Lisede Ouz diye birine aşık olduğumu anlattım. Sarhoş değildim. O şişko usta demişti "oğlum sen ibnesin dikkat et, yerler seni". İbneymişim. 
Gece kalkıp Yakup'un yanına sırnaşıp uyudum. Yakup çok pis kokardı. -ah! tekel kokardı, o koku tank kokardı, yoksulluk kokardı, otuzbir kokardı, eski çay kokardı, ah ki gözüm bu koku ki, Halep'ten duyulurdu, elma çürüğü, ter kokusu, virane dünya, can ki ah! - 
O gün neden ölmedim? bir daha bunu yaşamayacağımın bilinci için mi? Bir eflatun ölüm sarsaydı bedenimi. 
Eren ile tanıştırdı, çünkü yetmez dedi, daha çekeceksin bu kahrı, bu zındanı, bu kör heves'i.