14 Nisan 2014 Pazartesi

TAZE SIKILMIŞ GREYFURT SUYU YA DA BAŞHARFSİZLER

"Önce Kpss'ye gireceğim, sonra Ali askerden dönünce evleniriz, o da borsa okudu zaten, işte banka bir şeyler, belki ben de ÖYP yaparım..."

Ortaokuldan kalma bir arkadaşımla oturuyoruz. Kafam karışık. Eçil'i aramak istedim. Uzun edebiyat sohbetleri ettiğimiz, dertlerimizin bu arkadaşımdan ne kadar uzak olduğunu anladığımız -anlamadığımız - Eçil'i. Çay koyu. Ağzımda acı bir tat bırakıyor. 

"Araba almak istiyorum, Ali'nin beğendiği bir model var, gelince bakacağız" 

Taze sıkılmış greyfurt suyu içtim bu sabah. Kahvaltı hazırlamıştı benim için Zgi, annesi ile de kahve içtik. Hazırlanmam gereken sınav için fotokopi çektirmiş. Dershane arşınlıyor hala. 

"Düğünüme gel kesin, artık bir altın takarsın bana, Ali gerçi ameliyet olacak, engelli kardeşini taşımaktan fıtık oldu cancağızım.." 

Sezen aksu yanarım diyor. Tutuşur yanarım. Ren. Mail atmış. Özlüyorum onu. Gezi'de uyuduğumuz çadırları. Polise bağırışım. Hadi lan ibne! "Sosyalistim ben, hem ibne hem de sosyalist" Kimse ibne olup hem de Ak olamaz! Katil onlar Ren. Kafam karışık. Yeni bir şehir. gidecek gitmeyecek eşyalar. kitaplarımı alsam mı? 
İçim o kadar kalabalık ki.

" Kalkalım mı?"

Şaşırıyor. 

"Senin aşk hayatın nasıl peki?"

İki sene önce aynı arkadaşıma bir erkeğe aşık olduğumu söylediğimi hatırladım bir an. O aşık olduğumun bir erkek olmasına değil, Diyarbakırlı olmasına şaşırmıştı. "Aşk hayatı?" Hesabı ödüyorum. Ünevver'le hesabı paylaşırdık. Genelde o öderdi. 

"Düzenli görüşüp seviştiğim biri var eğer aşk hayatımdan kastın buysa?" 

Basıyor kahkahayı. Espri yeteneğimden bir şey kaybetmemişim. Onu sormuyormuş. Duygusal olarak birinden bahsediyormuş. Duygusal? Ren? Düşünüyorum. 

"Bir ilişki yaşamadım hiç, kıskançlık krizlerini de yaşamayı layık görmedim kendimi bu yüzden" diye yazmıştım ona. Taze sıkılmış greyfurt suyunu sıkıp kahvaltı hazırlayacağım biri. Olmayacak. Ki.
Yemek yemeye götürüyorum arkadaşımı. Yolda Üleyman, Eki, Erim'i görüyorum uzaktan. Erim'i biraz stanilist solcu olsa da üçünü de çok severim. Öğretmenler üçü.  Bu küçük boktan şehirde sosyalizmi dert edinirler üçü. Hele Eki. Kırşehir'de hademenin şikayeti üzerine soruşturma yemiş uzak geçmişte. Esibe anlatmıştı. Arkalarından bakıyorum. Arkalarından gitsem ya arkadaşımı bırakıp. Ayıp olur. Ayıp olur mu? Daha müdür yardımcısı olan babasının yediği teraneleri anlatacak. Eki şapka vermişti bana. Taksaydım? O takmış. Yakışıyor ona. Üleyman ve Erim de gözlük. Üleyman'ı çekici bulurum aslında. Yemek verdiğim akşam o masadaki halini hatırladım. Gülüyorum. 

"Ne oldu? Sen bugün tuhafsın Tarık?"

Yan masada bir adam iki çocuğuna yemek yediriyor. Karşısında kadın. Adamla göz göze geliyoruz. Gözlerimizle "mutsuzuz lan" diyoruz sanki.

"Halen öğrenci usulü döner yiyoruz, geçen gün bir restorana gittik. Yemekleri o kadar..."

Adamla gözle sevişiyoruz resmen. Kızarıyorum. Ren'e benziyor. Bıyık bırakmış Ren. Çok ayıp bu yaptığım. Evli barklı adamlara...
Birkaç dakika sonra ikimiz de gülüyoruz bu yaptığımıza. 

"Kalkalım mı?"

Bu sefer teklif ondan gelince seviniyorum. Sahildeyiz şimdi de. Her yer Suriyeli dolu. Tiksinerek bakıyor. 

"Bu ülkeden kaçmak istiyorum, iyice yaşanmaz oldu,  Ayyip mahvetti ülkeyi, Amerika'ya gitmek istiyorum.." 

Gerçekten söylüyor bunu. Akup'a zilzurna aşık olduğum bir vakitte, yazın ortaokularkadaşlarıüzniversitedebuluşması yapmıştık. "Bu adamların o çok sevdiğiniz askerler tarafından köyleri basıldı, boşaltıldı, binbir türlü işkenceye uğradılar." cümlesini bayağı bozulduklarını hatırladım şimdi o kaçmak isterken. Arabasına uğurluyorum arkadaşımı. Babası bir süreliğine kullanması için vermiş. Eve bırakmayı teklif ediyor, yürümek istediğimi söyleyerek reddediyorum. Eve gelip kendimi defne sabunuyla yıkıyorum. Her yerime dokunduruyorum sabunu. Arınmak için. Küçükken annem defne sabunuyla yıkardı beni leğende. Annemi değil Ren'i özlüyorum. 

Durup Dururken

9 Nisan 2014 Çarşamba

TOM HANKS CEMİL

Tom Hanks'e benzetiyorum onu. İlk bakşta farkedilmiyor, biraz bakınca küçük yeşil, -aslında ela- elaya kaçan yeşil, sarımsı gözlerine anlıyorsunuz benzediğini. O bir mülteci- Önce sığınmacı, yarın mülteci. Benim kıt arapçamla onun kıt ingilizcesiyle anlaşmaya çalıştık önce. Diller üstü bir çaba. 
Aslında onu farketmeme neden olan; kimsenin önemsemeyeceği ama benim içimin kıyıldığı bir küçük diyalogtu. Yorgundum. Elimde çay, Kasım'ın ofisinde, hem Kasım'ı dikizleyip -rahatsız etmeden - hem de çocuklardan ağrıyan kafamı uyuşukluğa bırakmıştım. Kasım, bizim kamp başkanı olacak böcekle bir şeyler tartışırken, birden o girdi, oradakilere şeker ikram etti, bana da. Böcek yüzüne bakmadan "hayır" dedi. Böcek, kendisinin böcek olduğundan habersiz diğer insanlara böcek gibi davranmasıyla böcekleşmeyi hak etmişti zaten. Cemil gülümsemeye çalışarak, -önemsememeye - "bizi beğenmiyor, o yüzden almadı şekeri, tabii biz mülteciyiz.." gerisini getirmeyip çıktı ofisten.
Arapça kelimelerle öfke anlatılamazdı çünkü. Öfkenin dili -var mı bilmem- bu topraklarda anası ağlamışların diliydi. Arapça daha kredisini dolduramadı, bunun için bir otuz sene daha gerekti. Dışlanacaklar, savaş denen lanet üstlerine karabasan misali çökecekti otuz sene. İşte ondan sonra öfke bir dabbe haşmetiyle çıkar ortaya. 
Onun bu serzenişini kimse duymamış olacak ki bir şey demediler. Ya da hepsi arapça bilmesine rağmen, anlamamış gibi yaptılar. Diller üstü çabasızlık. Cemil gitti.
 "yalnızız bu kampta bu evrende bu arafta bizi dışlıyorlar bizi sevmiyorlar kızlarımızı satıyor, çocuklarımızı çalıştırıyorlar öldürüyoruz öldürülüyoruz yalnızız" 
Cemil Tom Hanks'e benziyor. Bıyığı kızıl-turuncu, sakalları kızıl- beyaz, ikisi de çok yakışıyor tom hanks yüzüne. Gözlüğü o güzelim gözlerini korumak için varlar sanki. 
Cemil'in yaşlı babasını tekerlekli sandalyeyle dolaştırmaya getiriyor her gün, bizim konteynır-ofis arasındaki geniş alana. Ofisin oradaki işçilerle sohbet ediyor. Tütün içiyor bazen, zıvananın içine tütünü doldurup "ne kadar yalnız" olduğunu bilircesine içine çekiyor tütünü. Az içtiğini söyledi ama. Kaçıyor benden, ya da ben öyle hissediyorumm. Tipik Tarık alınganlığı olabilir bu. diğerlerinin aksine şimdiye kadar çadırına kahve içmeye davet etmedi. 
Cemil Tom Hanks'e benziyor.
Ama onun bu yazıya konu olmasının sebebi; can acıtan yalnızlığı dışında, bakışları ve tütün içişi, Yakupû anımsatmasıydı.
Cemil Tom Hanks'e benziyor, ancak Yakup'u anımsatıyor bana. 
Onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum sırf bu yüzden. Yakıcı bir ikiyüzlülük bu. Geçmişi geri getirme çabası. Aşk her zaman her yerde statü, sınıf, kimlik, etnisite, din tanımadan kendine bir neden arıyor demek ki. Bir neden. Kendini tazelemesine fırsat verecek bir neden arıyor aşk.

1 Nisan 2014 Salı

Merhaba

Tanrı biliyor, hiç güzel bir kadınla ay ışığı eşliğinde şarap içmedim. Günahmış. Öyle diyorlar.

Dionysos aşkına!

Şarap
Ve kadın.

"İkisi de sarhoş ediyor herhalde. O yüzden"
...derdin. Ya da demeni isterdim. Benim için bunu der misin la? Neyse..

Beşiktaş'ta denize yansıyan projektör ışığını ay ışığı zannedip duygusallaşabiliyorsan, sarhoşsundur.

Galiba sarhoşum. Şarap ve kadın. Çok içtim.

Boktan bir giriş.

Merhaba

Güle güle.

Merhaba

Dayanılmaz olmuştu, yazmam gerekti, ülkenin gündemi, gündelik ve iş hayatının çetrefilli labirentlerinde içimden çok konuşunca dedim yazayım bari. Sinan'ı aradım. Blog aç bana. pek anlamam bilgisayar işlerinden. bu blogu benle sinan kullanacağız. Öyle karar verdik. bütün sarsıntılarımızı yazmayı karar kıldık. Ne gerek vardı günlük de yazabilirdin hem sen zaten pek anlamazsın blog mlog işlerinden daha önce denemiştin olmamamıştı tutturamadın kaçtın buradan da kaçma birileri okumalı ama yazdıklarımı okumalı mı? niye ki? sen ne kadar okuyorsun ki? yazmak istedim sebebi bu! bıkmıştım etrafımı saran duvarlardan, ruhumda sürekli delik bırakan insanlardan, ailemden - bu konu daha sonra gelmedik biz o konuya hocam!- sinan var allahtan, tamam oğlum dedi uykulu. hep uykuluydu o. bir merhaba yazısı bu! kime? okuyucuya? ey sevgili okuyucu! ben buradayım...metnin başlangıcından anlamışsınızdır nasıl yazacağımı, bilinç akımını sevdim, onu kullanacağım haber ola, nerede yazacağım, her yerde, internet cafelerde - çünkü halen bilgisayarım yok - kampta - çünkü çalışıyorum mülteci kampında- o konu daha sonra - evde, bazen kağıda yazıp buraya aktaracağım, bazen de arkadaşlarımın bilgisayarlarını ödünç alıp yazacağım, bazen de yazmam belki, bırak dağınık kalsın,
bir şeylerde paylaşırım, entellektüel sohbetlerde ederiz efem, bu ara pek film izleyemesem de izlediklerimi aktarırım ufaktan, ya da aktarmam, sinema dergileri var, gidin oradan okuyun, konser, tiyaro,...
bazen tema seçip onun adına yazarım, misal yoksulluk, bazen sadece bir kişiye, mektup bazen, bazen öykü yazacağım buraya, gazete haberi, link, sinanı bilmiyorum, 
güzel başlangıç oldu mu bilmem, beğenmediklerimi silebiliyoruz umarım, sinana sormalıyım, yine uykudayken ararım onu beğenmediklerimi silerim,
bundan sonra tek gayem; yazmak, sevgili okur, ve tarık bundan sonra sadece bunun için yaşayacak,
beğenseniz de beğenmeseniz de,, çünkü dünyada çok fazla acı var ve benim intihar etme lüksüm yok!